Suç ve Ceza
Özge Asena Bozkurt ve Tuğba Alaca
İnsanlar tarihleri boyunca birbirilerini cezalandırmış hatta bu
cezaların boyutu ölümle bile
sonuçlanabilmiştir. Geçmişte ve hâlâ örneklerini gördüğümüz insanın en temel hakkı olan
yaşamayı dahi elinden alan bir yargılama sisteminde bizi karşılayan en önemli kavramlara değineceğiz. Önce suç kavramını genel hatlarıyla tanımlamakla başlayalım. “ Suç, ceza hükmü içeren özel kanunlarda düzenlenen hukuka aykırı ve cezai yaptırıma
bağlanmış eylemlerdir.”
Basit bir yaklaşımla insanlar kanunlara göre suç işler ve ceza alırlar. Toplumsal düzen teorik ve tam olarak
kapsamasa da pratikte böyle
sağlanır. Peki ya gerçekten öyle
mi?
Bu konuyu
kaleme aldığımdan mütevellit Rus yazar Dostoyeveski’nin ölümsüz
eseri Suç ve Ceza’ya
değinmeden edemeyeceğim. Romanın baş kahramanı Raskolnikov hukuk öğrencisi iken
yazdığı bir makalede şu cümleleri
kullanmıştır:
İnsanlar
ikiye ayrılırlar; yalnızca insan soyunun üremesine yarayan basit insanlar, yeni
bir şey söyleyebilme yeteneğine sahip üstün
insanlar.
Kanuna boyun
eğen toplumun kurallarını uysallıkla benimseyen ve idare edilmekten zevk
alanlar birinci kategorideki insanlardır, idare edilmek onların vazifesidir.
İkinci
kategoridekiler kurallara karşıdır, ya kanun bozucudur ya da kanun koyucu.
Bu insanlar
durumu daha iyiye doğru değiştirmek için kafa yorarlar, çare ararlar ve durumu
düzeltmek için kan dökmeleri
gerekiyorsa tereddüt etmezler.
Roman
kahramanımız sizin de tahmin ettiğiniz üzere ikinci katagoridedir. Asıl amaca yönelik bir cinayet işler. Roman
boyunca katil psikolojisini derinlemesine hisseder ve vicdanın muhakemesine
şahit oluruz. Burada dikkatinizi çekmek istediğim bir diğer kavram ‘vicdan’.
Vicdan,
insanın kendini yargılama mahkemesidir. Ve en acımasız olan aslında budur. Doğru bildiğinize
inanmak isteseniz bile bir ses hep sizi tereddüte düşürür. Ömrünüz boyunca bir
zindana hapsolacak kadar büyük bir suç işlerseniz vicdanınızın İrlanda
efsanelerindeki ‘benshee'lere
bürünmesini engelleyemezsiniz. Çığlığı sizi öldürecek kadar kuvvetli olabilir.
Gelin hep
beraber bir de suçluluk duygusuna değinelim. Kimileri nefretin en güçlü duygu
olduğunu söyler. Bana göre suçluluk bu tahtın
asıl sahibidir.
En mutlu
anlarınızda kıvrak bir yılan gibi zehrini tüm zihninize yayar. Ansızın aklınıza
gelir. Aklınız sağlıklı düşünmekten uzaklaşıp toksik bir hale bürünür.
Panzehiri ararsınız, her arayışınızda bataklığa gömülmekten kurtulamazsınız. Tek ihtiyacınız
olan vicdanınızı rahatlatacak bir damladır oysaki. Geçmişe, suçluluğun yükünü omuzlarınıza
almadığınız anlara dönmek ne
kadar inkar etseniz de tek arzunuzdur. Ahlaki açıdan bakacak olursak evrensel
bir ahlak yasasınının olup olmadığını belki daha sonraki yazılarımda ele
alabilirim. Kendi inandığınız değer yargılarına zıt düşen bir suç işlediğinizde bir de bunun
dayanılmaz gerekçeler ve sebepler ile dolu havuzunda kendinizi bulursunuz.
Yaptığınızı haklı çıkartacak bir gerekçe üretirsiniz. Gerekçeleriniz, sizin
kendi savunma duvarınızın birer tuğlalarıdır.
Sonuçlarında
içerisinde bulunduğu havuzda gerçekler
en diptedir. Nefesinizi tutarak derinlere dalmanız, gözlerinizi açarak yüzleşmeniz
gerekmektedir. Yüzleşmekten korkarsınız. Tek istediğiniz yüzeye, en yüzeye
çıkmak ve nefes almaktır. Geride bir sürü karmaşa bırakırsınız. Kendinizi
kandırmak en kolay yoldur çünkü.
Nefesinizi
tutmak pahasına gerçeklerle yüzleşmenin, kendinizi kandırıp nefes almak kadar
değerli olduğu bir dünyada olmanız dileğiyle...